23 Mart 2017 Perşembe

Dağlarına dargınım yollarına yorgunum - Erkan Ağa-Şarkı Sözü

Dağlarına dargınım yollarına yorgunum - Erkan Ağa-Şarkı Sözü

Aşkına varmı çare
gönlümde bunca yare
sizliyor senin ugruna

Dağlarına dargınım
Yollarına yorgunum
Gözlerine sürgünüm yar

Sensizlik bana zulüm
kalbimde acan gülüm
yar gelmezse gelsin ölüm

Geceler boyu sürgün
Şu kalbim sana vurgun
Kanıyor senin uğruna

Dağlarına dargınım
Yollarına yorgunum
Gözlerine sürgünüm yar

Sensizlik bana zulüm
Kalbimde açan gülüm
Yar gelmese gelsin ölüm

Feryad eden bülbüller
Sazım yaralı teller
İnliyor senin uğruna

Dağlarına dargınım
Yollarına yorgunum
Gözlerine sürgünüm yar

Sensizlik bana zulüm
Kalbimde açan gülüm
Yar gelmese gelsin ölüm...


Read more: http://www.sozbul.net/2011/10/daglarna-dargnm-yollarna-yorgunum-erkan.html#ixzz4c8b1GJy4

21 Mart 2017 Salı

Demokrasi Nedir? Demokrasi Hakkında Kısaca Bilgi

Demokrasi Nedir? Demokrasi Hakkında Kısaca Bilgi



Demokrasi kelimesinin kökeni Eski Yunan'a dayanmaktadır. "Demos" Eski Yunan dilinde "halk" anlamına gelmektedir. Aslında Yunanlılar bu kelimeyi daha çok "fakirleri" ve "çoğunlukları" ifade etmek için kullanmışlardır. "Krasi" ise iktidar veya yönetim bilimi anlamına gelmektedir. Nihayetinde demokrasi için şu basit tanımlamayı yapabiliriz: Halk tarafından yönetim.

Amerikan İç Savaşı sırasında Abraham Lincoln tarafından yapılan tanımlama ise oldukça dikkat çekicidir: "Halkın, halk tarafından, halk için yönetimi"

Halkın, kendi kendisini yönettiği ve hayati kararların alınmasında katılımını ifade eden demokrasi, doğrudan ya da temsili bir şekilde uygulanmaktadır. Doğrudan demokrasi, halkın karar verme sürecine doğrudan ve aracısız olarak katılımını ifade eder. Eski Yunan'daki kitle toplantıları ve günümüzde yaygın olarak yapılan referandumlar doğrudan demokrasinin örneğidir. Temsili demokrasi, demokrasinin sınırlı bir şekilde uygulanmasıdır. Burada halkın yönetime katılımı belirli sürelerde verdikleri oy aracılığıyla sağlanmaktadır.

Demokrasi Modelleri

Klasik Demokrasi: Halkın doğrudan yönetime katıldığı sistemdir. Örneğin; Eski Yunan'da yapılan toplantılar.

Koruyucu Demokrasi: Demokrasinin sınırlı ve dolaylı bir şeklidir. Bireysel özgürlüğe önem veren erken dönem liberal düşünürler tarafından savunulmuştur. 

Gelişmeci Demokrasi: Bireyin ve toplumun gelişimine odaklanmıştır.

Halk Demokrasisi: Bu model ortodoks komünist rejimlerden gelmektedir. Siyasi eşitliğin yanı sıra sosyal demokrasinin de (zenginliğe ortaklaşa sahip olma) sağlanması gerektiğini vurgularlar. 

Adam Smith Kimdir?

Adam Smith Kimdir?


Adam Smith, 1723 yılında orta halli bir İskoç ailenin oğlu olarak dünyaya geldi. Küçük yaşlardan itibaren eğitim hayatında önemli başarılar elde etti. Henüz 14 yaşında olmasına karşın Glasgow Üniversitesi'ne girdi. 1740 yılında Snell Exhibition bursunu kazandı ve Oxford'da Balliol Koleji'nde eğitimini sürdürdü. Burada pek göze çarpan bir öğrenci olmadı. Oxford'da din adamı olması bekleniyordu, fakat o farklı bir yol seçecekti. 

1746 yılında İskoçya'ya döndü. Glasgow Üniversitesi'nde mantık kürsüsünde görev aldı. 1759 yılında Glasgow Üniversitesi'nde verdiği konferanslardan derlenen 'Ahlaki Duygular Teorisi' adlı kitabı yayınlandı. Bu kitabın onun geniş çevrelerce tanınmasında önemli bir katkısı olmuştur. Bu kitabında toplumda var olan doğal düzeni formüle etmeyi çabalamıştır. Toplumda doğal bir düzenin olduğunu ve bu doğal düzenin bir denge oluşturduğunu, insanların kendi çıkarları peşinde koşmaya bırakıldıklarında kamu yararına da hizmet edebileceklerini savunmuştur. 

Smith, Buccleuch Dükü'nün oğlunun özel hocalığını yapmak için üniversitedeki görevinden ayrıldı. Özel hocalık görevi sırasında hem önemli bir maddi kazanım elde etti, hem de dünyayı dolaşma imkanı elde etti. 1778 yılında İskoçya Gümrük Müdürü olarak atandı. 

1776 yılında 'Milletletin Zenginliği' adlı kitabını yayınladı. Bu kitabında bir iktisadi büyüme teorisi geliştirmeyi amaçladı. 1790 yılında geçirdiği bir hastalık sonucu hayatını kaybetti. 

Adam Smith'in teorileri: Fiyat teorisi, emek değer teorisi ve rant teorisidir. 

Yusuf Akçura'nın Kısaca Hayatı ve Eserleri

Yusuf Akçura'nın Kısaca Hayatı ve Eserleri


Yusuf Akçura, 1876 yılında Moskova'nın doğunda yer alan Ulyanovsk kentinde dünyaya gelmiştir. Küçük yaşta babasını kaybeden Akçura, annesi ile beraber İstanbul'a yerleşti. Kuleli Askeri Lisesi'ni bitirdikten sonra Harp Okulu'na kaydoldu. 

Yusuf Akçura'nın görüşlerinin oluşmasında etkilendiği kişi İsmail Gaspıralı'dır. İsmail Gaspıralı, Çarlık Rusya'daki Türklerin birleşmesi idealini benimsemişti ve bu fikir Yusuf Akçura'yı etkilemişti. 

İlk makalesini "Malumat" dergisinde Şehabettin Hazret adı ile yazdı. Harp Okulu'nda öğrenimini sürdürürken Türkçülük hareketine katılması nedeniyle 45 gün hapse mahkum edildi. Erkan-ı Harbiye sınıfına ayrıldıktan birkaç ay sonra ise askerlikten ihraç edilerek Fizan'a sürgün edildi. Sürgün cezası sırasında arkadaşı Ahmet Ferit Bey ile birlikte kaçarak Fransa'ya gitti. 

Paris'te öğrenimine devam eden Akçura, 1903 yılında "Osmanlı Devleti Kurumlarının Tarihi Üstüne Bir Deneme" adlı tezi ile Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. 

1903 yılında Kazan'a gitti. Burada hem öğretmenlik yaptı hem de çeşitli gazetelerde yazılar yazdı. "Kazan Muhbiri" isminde bir gazete çıkardı. Rusya Müslümanları İttifakı'nın kurucuları arasında yer aldı. İkinci Meşrutiyet'in ilan edilmesinin ardından İstanbul'a gitti. 

Türk Derneği'nin ve Türk Ocağı'nın kuruluşunda yer aldı. Rusya'da esir düşen Türkleri kurtarmak için Kızılay temsilcisi olarak Rusya'ya gitti. Daha sonra Milli Mücadele'ye katılmak için Anadolu'ya geçti. 1923 yılında İstanbul Milletvekili olarak seçildi. 1931 yılında Türk Tarih Kurumu'nun kuruluşunda yer aldı ve kurumun başında görev yaptı. 1935 yılında İstanbul'da vefat etti. 

Eserlerinden Bazıları

Üç Tarz-ı Siyaset
Mevkufiyet Hatıraları
Osmanlı Devletinin Dağılma Devri
3 Haziran Vak’a-i Müessifesi
Muasır Avrupa’da Siyasi ve İçtimai Fikirler ve Fikir Cereyanları
kaynak http://1isinasli(.)blogspot(.)com(.)tr//2017/02/yusuf-akcurann-ksaca-hayat-ve-eserleri.html

Arap Baharı Nedir? Kısaca Bilgi

Arap Baharı Nedir? Kısaca Bilgi


Arap Baharı, 2011 yılında baskıcı ve otoriter yönetimlere karşı başlayan, Kuzey Afrika ve Orta Doğu'nun bazı bölgelerinde etkili olan bir gösteri ve protestolar dalgasıdır. Bu süreç Tunus'un büyümekte olan bir devlet karşıtı dalgasının Ocak başlarında polis baskısından çıkan olaylar nedeniyle yurt çapında bir ayaklanmaya dönüşen 'Yasemin Devrimi' tarafından tetiklendi. 14 Ocak'ta devlet başkanı Bin Ali, 13 yıllık yönetimine son vererek ülkeden kaçtı. Parlamento ve cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı. Tunus, şu anda Arap Baharı'nın olumlu sonuçlandığı tek ülke konumunda. 

Daha sonra Tunus'ta yaşanan olaylar Mısır'ı da etkiledi. Mısır'daki göstericiler
 Tahrir Meydanı'nında toplanarak devlet başkanı Hüsnü Mübarek'in görevden alınması için 25 Ocak'ta protesto gösterileri düzenledi. 18 gün süren protesto gösterilerinin ardından Mübarek 11 Şubat'ta istifa etti. Yapılan seçimler sonucunda Muhammed Mursi cumhurbaşkanı oldu, fakat darbeyle görevinden alındı. 

Libya'da ise 42 yıldır görevde olan devlet başkanı Muammer Kaddafi, sekiz ay süren bir iç savaşın ardından devrildi. NATO, bu süreçte isyancılara havadan destekte bulundu. Bugün Libya'da iki ayrı meclis ve iki ayrı hükümet bulunmaktadır. (Tobruk ve Trablus merkezli)

Takvimler 15 Mart 2011'i gösterdiğinde bu kez isyan dalgası Suriye'ye ulaşmıştı. Otoriter yönetime karşı başlatılan ayaklanma bugün halen devam etmektedir. 

Arap Baharı'nın etkili olduğu ülkeler şunlardır: Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Yemen,
 Fas, Cezayir, Lübnan, Ürdün, Moritanya, Umman, Suudi Arabistan, Irak, İran, Kuveyt. 

Arap Baharı'nın kökeninde yatan sebepler şunlardır: Siyasi yozlaşma, ekonomik eşitsizlik,
 kötü hayat standartları, yaygın işsizlik, enflasyon, polis şiddeti, gıda sıkıntısı. 

KAYNAKÇA


Andrew Heywood, Siyaset, Adres Yayınları, 2016, s. 124

Fakir Baykurt Hayatı Kısaca ve Eserleri

Fakir Baykurt Hayatı Kısaca ve Eserleri



Fakir Baykurt, 1929 yılında Burdur'da dünyaya geldi. Asıl adı Tahir'dir. Öğrenimine Akçaköy İlkokulu'nda başladı. Küçük yaşta babasını kaybedince dayısının yanına Balıkesir'e gitti ve burada dokumacılık yaptı. İlköğrenimini tamamladıktan sonra Isparta Gönen Köy Enstitüsü'ne kaydoldu. Burada şiire olan ilgisi belirginleşmeye başladı. Artık şiir yazmaya da başlamıştı. İlk şiirini "Türke Doğru" dergisinde yayınladı.


Köy Enstitüsü'nden mezun olduktan sonra Yeşilova'daki bir köy okulunda öğretmenlik yapmaya başladı. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü'ne girdi ve buradan başarı ile mezun oldu. 1958 yılında ilk romanı "Yılanların Öcü" ile Yunus Nadi Roman Ödülleri'nde birinci oldu. Cumhuriyet gazetesindeki yazıları ve "Yılanların Öcü" romanı nedeniyle bir süre açığa alındı. Daha sonra Ankara İlköğretim Müfettişliği görevine atandı.


1965 yılında Türkiye Öğretmenler Sendikası Genel Başkanı oldu. "Tırpan" ile Türk Dil Kurumu Roman Ödülü'nü, "Can Parası" ile Sait Faik Hikaye Armağanı'nı, "Kara Ahmet Destanı" ileOrhan Kemal Roman Armağanı'nı, "Yarım Ekmek" ile Sedat Simavi Roman Ödülü'nü kazandı. 


Almanya'ya giden Baykurt, burada Pestalozzi Okulu'nda emekli oluncaya kadar öğretmenlik yaptı. 1999 yılında Almanya'da vefat etti. 


Fakir Baykurt, romanlarında kırsal kesim insanını toplumsal gerçekçi bir bakış açısıyla yansıttı. Köylünün yaşama biçimini ve sorunlarını dile getirdi. Ayrıca yurt dışında yaşadığı süre boyunca göç eden insanlarımızın burada trajik durumlarını ortaya koydu.


FAKİR BAYKURT'UN ÖNEMLİ ESERLERİ


Yılanların Öcü 

Irazcanın Dirliği 

Onuncu Köy 

Tırpan 

Köygöçüren 

Keklik 

Kara Ahmet Destanı

Koca Ren 

Yarım Ekmek 

Gece Vardiyası 

Yandım Ali

Efkar Tepesi 

Kaplumbağalar

Adem Kılıççı Kimdir? Adem Kılıççı Nereli?

Adem Kılıççı Kimdir? Adem Kılıççı Nereli?


Adem Kılıççı, 1986 yılında Ağrı'da dünyaya geldi. Bir röportajında "Kafkaslardan göçen bir Türk ailenin çocuğum" açıklamasında bulunmuştur. [1] 5 kardeştir. Boksa 2000 yılında başladı. Ağrı'da kısıtlı imkanlarla kendini geliştirmek için çabaladı. 

Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi Beden Eğitimi Öğretmenliği bölümünden mezun olmuştur. 2007 yılında Ağrı'dan ayrılarak Fenerbahçe'ye transfer oldu. Öğretmenlik ataması da İstanbul'a çıktı. Önce Çamlıca Gazi Mustafa Altıntaş İlköğretim Okulu'na atandı, daha sonra ise Gözcübaba Lisesi'ne atandı. 

Adem Kılıççı, boks hakkındaki düşüncelerini şu şekilde ifade etmekte: "Bence boks asil bir spor. İlk başta boksa ön yargılıydım ve kavga sporu olarak görüyordum. Fakat boks yaptıktan sonra boksun gerçekten de insanı hem sosyal hem de zihinsel olarak çok geliştirdiğini düşünüyorum."

Adem Kılıççı, 2017 yılında Survivor yarışmasına katıldı. 

Adem Kılıççı'nın Başarıları

2001'de Liverpool'da düzenlenen Avrupa Yıldızlar Şampiyonası'nda gümüş madalya kazandı. 

2007'de Dünya Amatör Boks Şampiyonası'nda bronz madalya kazandı. 

2009'da İtalya'da düzenlenen Akdeniz Oyunları'nda gümüş madalya kazandı. 

2011 Avrupa Şampiyonası'nda gümüş madalya kazandı. 

2012 Londra Olimpiyatları'nda 5. oldu. 

2013 Akdeniz Oyunları'nda altın madalya kazandı. 

Dünya Boks Federasyonu tarafından düzenlenen APB Profesyonel Boks Ligi'nde Dünya Şampiyonuoldu. 

Kaynakça 

[1] FB TV'de yayınlanan Haftanın Konuğu programındaki açıklamasından alınmıştır. (https://www.youtube.com/watch?v=FbHOi310V9Y)

13 Mart 2017 Pazartesi

Battani (859-929)

Battani  (859-929)
Devrinin en önemli astronomlarından ve matematikçilerinden olan Battâni (858-929), Sâbit ibn Kurrâ gibi, Urfa'nın Harran Bölgesi'ndendir.

Rakka'da özel bir gözlemevi kurmuş ve burada 887-918 tarihleri arasında son derece önemli gözlemler yapmıştır. Güneş, Ay ve gezegenlerin hareketlerini gözlemlemiş, yörüngelerini doğru bir biçimde belirlemeye çalışmıştır. Güneş ve Ay tutulmaları ile ilgilenmiş, mevsimlerin süresini büyük bir doğrulukla hesaplamıştır. Ayrıca, ekliptiğin eğimini de dakik olarak belirlemeyi başarmıştır.

Aynı zamanda matematikçi de olan Battâni, bu alanda da son derece önemli çalışmalar yapmıştır. Sinüs, kosinüs, tanjant, kotanjant, sekant ve kosekantı gerçek anlamda ilk defa kullanan bilim adamının Battâni olduğu söylenmektedir. Battâni, çalışmaları sırasında bazı temel trigonometrik bağıntılara ulaşmış ve bunları astronomik hesaplamalarda kullanmıştır.                            Reklamlar
 


Sinüs ve Kosinüs Tabirlerini İlk Kullanan Bilgin
M.Charles, "Geometrinde Metodların Tarihî Görünümü" adli eserinde, Battânî´den söz ederken, onun sinüs ve kosinüs tabirlerini ilk kullanan kişi olduğunu ifade eder ve bu tabirleri güneş saati hesaplamasında bulduğunu, ona uzayan gölge adini verdiğini, buna modern geometride "tanjant" dendiğini belirtir. Battânî´nin senelerce önce ileri atip kullandığı buluşları Bati asırlarca sonra kullanabilmiş ve onlara sahip çıkmıştır. İslâm Tarihi Araştırıcılarından Prof. Philip K. Hitti "Muhtasar Arap Tarihi" eserinde sunlari kaydeder: "Şüphesiz matematik bilginleri tanjant hakkında Battânî´den ancak beş asır sonra bilgi sahibi olabildiler.(Alman astronom ve matematikçisi) Regiomantanus (1436-1476)bununla müşerref olduğu halde ondan bir asır sonra yasayan Kopernik (Copernicus,1473-1543) bunu tanımıyordu."

Eserleri
1. Kitâbü Mârifet-il Metâli-il Bürûc fî mâ beyne erbe-il felek: On iki burcun gök küresinin dörtte birindeki doğuş yerlerinin bilinmesi:
Ay´in tutulması, ay ve yıldızların doğuş yerlerinden bahseder. Dunthorn 1794´te ayin asırlık hızını hesaplarken Battânî´nin ay ve güneş tutulmalarıyla ilgili rasatlarından oldukça faydalanmıştır. Boylamlari 0° den 36° ye kadar kıymetlerine tekabül eden yıldızların doğuş
yerlerini gösteren bir katalogdur. Böylece bir cetveli ilk defa ilim dünyasına kazandıran Battânî olmuştur. Daha önce yapılan Habas el-Hasîb adli ziycde (yıldız katalogu) böyle bir cetvel bulunmamaktadır.
2. Risâletünfî tahkîk-i akdâr-il ittisâlât: Yıldızların Yanyana gelme ölçülerinin araştırılması hakkındaki kitapçık: Yıldızların enlemlerinden faydalanarak ışıklarını göndermelerini küresel trigonometriden faydalanarak izah etmektedir.
3. Serh-ul Makâlât-il erbai li-Batlamyus: Batlamyus´un "Dört Kitap" adli eserinin açıklaması.

4. Ez-Zîyc:
Astronomiden bahsetmektedir.. Battânî´nin en önemli ve günümüze kadar gelebilen tek kitabidir. Eser Battânî´nin rasatlarindan elde ettigi neticeleri de icine almaktadir. Bu eser yalniz Islâm dünyasinda degil Ortacagda ve Rönesansin ilk devrelerinde Avrupa küresel trigonometri üzerinde derin tesirler icra etmistir.
Kitap Kral X.Alfons(öl.1284) tarafindan Arapcadan Ispanyolca´ya tercüme ettirilmistir. 1143 yilinda Ispanya´da Robertus Retinensis tarafindan tercüme edilmis ise de günümüze kadar gelemeden kaybolmuştur. Ayrica kitap 12.yüzyilin ilk yarisinda Tivoli´li Piato Tiburtinus tarafindan Latinceye cevrilmistir.
Ayrica Regiomantanus(1436-1476), Sabiî Cetvelleri adıyla şöhret bulan bu  ziycleri astronomiye ait önsözüyle bir serhini Latince´ye cevirmistir. Önsöz 1537´de Fergânî(?-860) nin eseriyle birlikte Nürnberg´de basilarak Avrupa ilim dünyasina sunulmustur. 1645´te de Bolonya´da tek eser hâlinde "Johannes Regiomontanus"´un bir kaç ilavesiyle "Albategnius (Battânî)´un Astronomi ilmine dair Eseri" adi altında Latince bir baslıkla yayınlanmıştır.
Kopernik(1473-1543)de bu İslâm âliminin eserleriyle etraflica ilgilenmis ve cok istifadeler etmistir. Onun eserleri 1800 yilinda bile Kahire´li Ibni Yunus (?-1009)´un eserleriyle birlikte Fransiz Laplace(1749-1827)´in incelemelerinde yardımcı olmuştur. Bu Ziyc Dogu´da Ilhânî Ziyc çıkıncaya kadar kullanılmıştır.
Battânî´nin astronomideki hizmetlerini yad etmek isteyen Bati, Ay´a onun da ismini verdi. Ay haritalarında ,Bati´da Albategnius olarak şöhret bulduğundan, Albategnius olarak kaydedilmiştir.

12 Mart 2017 Pazar

Batlamyus

Batlamyus
Geç İskenderiye Dönemi'nde yaşamış (M.S. ikinci yüzyılın birinci yarısı) ünlü bilim adamlarından birisi de Batlamyus'tur. Hayatı hakkında hemen hemen hiç bir bilgiye sahip değiliz. Müslüman astronomlar 78 yaşına kadar yaşadığını söylerler. Belki Yunan asıllı bir Mısırlı, belki de Mısır asıllı bir Yunanlıdır. Yunanca adı Ptolemaios'tur, ama harf uyuşmazlığı nedeniyle Ortaçağ İslâm Dünyası'nda Batlamyus diye tanınmıştır.
Batlamyus astronomi, matematik, coğrafya ve optik alanlarına katkılar yapmıştır; ancak en çok astronomideki çalışmalarıyla tanınır. Zamanına kadar ulaşan astronomi bilgilerinin sentezini yapmış ve bunları Mathematike Syntaxis (Matematik Sentezi) adlı yapıtında toplamıştır. Bu eserin adı, daha sonra Megale Syntaxis (Büyük Derleme) olarak anılmış ve Arapça'ya çevrilirken başına Arapça'daki harf-i tarif takısı olan el getirildiği için, ismi el-Mecistî biçimine dönüşmüştür; daha sonra Arapça'dan Latince'ye çevrilirken Almagest olarak adlandırıldığından, bugün Batı dünyasında bu eser Almagest adıyla tanınmaktadır.

Almagest, onüç kitaptan oluşur; Birinci Kitap, kanıtlarıyla birlikte Yermerkezli Dizge'nin ana çizgilerini verir; İkinci Kitap, Menelaus'un teoremiyle, küresel trigonometri bilgilerini ve bir kirişler tablosunu içerir; burada örnek problemler de çözülmüştür; Üçüncü Kitap, Güneş'in hareketini ve yıllık süreyi ve Dördüncü Kitap ise, Ay'ın hareketini ve aylık süreyi konu edinir; Beşinci Kitap aynı konularla ilgilidir, Ay'ın ve Güneş'in mesafelerini tartıştığı gibi, bir usturlabın yapılışı ve kullanılışı hakkında da ayrıntılı bilgiler sunar; Altıncı Kitap'ta gezegenlerin kavuşumları ve karşılaşımları incelenir ve Güneş ve Ay tutulmalarına temas edilir; Yedinci ve Sekizinci Kitap, durağan yıldızlarla ilgilidir, meşhur presesyon tartışmasını, Ptolemaios'un durağan yıldızlar katalogunu ve bir gök küresi âleti yapabilmek için gerekli olan yöntem bilgisini içerir; geriye kalan beş kitap ise devingen yıldızların, yani gezegenlerin hareketlerine tahsis edilmiştir ve yapıtın en özgün kısmıdır.

Batlamyus, bu eserinde ana çizgileriyle göksel olguları anlamlandırmak maksadıyla kurmuş olduğu geometrik kuramı tanıtmaktadır; Aristoteles fiziğini temele alan bu kuramda, evren küreseldir ve Yer bu evrenin merkezinde hareketsiz olarak durmaktadır. Şayet günlük veya yıllık görünümler Yer'in hareketleri sonucunda meydana gelseydi, her şey uzaya saçılır ve Yer parçalanırdı. Ay, Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter, Satürn ve sabit yıldızlar Yer'in çevresinde, muntazam hızlarla, dairesel hareketler yaparlar. Sabit yıldızlar küresi evrenin sonudur.

Ancak, Yer'in merkezde olduğu ve gök cisimlerinin de onun çevresinde muntazam bir şekilde dolandıkları kabul edildiğinde, kuramın bazı gözlemleri, örneğin Ay ve Güneş'in Yer'e yaklaşıp uzaklaşmalarını, bazen hızlı, bazen yavaş hareket etmelerini açıklaması olanaksızdı. Bunun için Batlamyus Yer'i belli bir ölçüde merkezden kaydırmıştır. Klasik astronomide bu düzenek (eksantrik) dış merkezli düzenek olarak adlandırılır. Gezegenlerin gökyüzünde ilmek atmalarını, yani durmalarını ve geriye dönmelerini açıklamak için de, (episikl) taşıyıcı düzenek adı verilen başka bir düzenek daha kabul etmiştir.

Batlamyus, Almagest'in girişinde trigonometriye ilişkin kapsamlı bilgiler vermiştir; çünkü küresel astronominin sınırları içinde kalan klasik astronomiye ait hesaplamalar, küresel geometriye dayanmaktadır. Batlamyus'tan yaklaşık olarak üç asır önce yaşamış olan Hipparkhos (M. Ö. 150) açıların kirişlerle ölçülebileceğini bildirmiş ve bir kirişler cetveli hazırlamıştı; ancak bu konuya ilişkin yapıtı kaybolduğundan, bu cetveli nasıl düzenlediği bilinmemektedir. Bazı yayların kirişlerinin bulunması çok kolaydı ve bu kirişlere ana kirişler adı verilmişti; ama bunların dışındaki yayların kirişlerinin bulunması uzun işlemleri gerektiriyordu. Bu nedenle Batlamyus kirişler cetvelini hazırlarken bir dairenin içine çizilmiş dörtgenlere ilişkin Batlamyus Teoremi'ni (AB . CD + AD . BC = AC . BD) kullanmak suretiyle, açılar toplamı ve farkının kirişlerini (kiriş (A-B), kiriş (A+B), kiriş A/2 , kiriş 2A gibi) bulma yoluna gitmişti.

Batlamyus, coğrafya araştırmalarına da öncülük etmiş ve Coğrafya adlı yapıtıyla matematiksel coğrafya alanını kurmuştur. Bu kitap Kristof Kolomb'a (.... - ....) kadar bütün coğrafyacılar tarafından bir başvuru kitabı olarak kullanılmıştır.
Almagest'ten sonra yazılan Coğrafya, sekiz kitaba bölünmüştür ve matematiksel coğrafya ile haritaların çizilebilmesi için gerekli olan bilgilere tahsis edilmiştir; Almagest gibi Coğrafya da derleme bir eserdir; Batlamyus bu kitabı hazırlarken Eratosthenes, Hiparkhos, Strabon ve özellikle de Surlu Marinos'tan büyük ölçüde yararlanmıştır.

Coğrafya'nın Birinci Kitab'ı Dünya'nın veya doğrusunu söylemek gerekirse Yunanlılar tarafından bilinen Dünya'nın büyüklüğü ve kartografik izdüşüm yöntemleri hakkında ayrıntılı bilgiler verir; İkinci Kitap'la Yedinci Kitap arasında ise tanınmış memleketlerdeki önemli yerlerin, yani önemli kentlerin, dağların ve nehirlerin enlem ve boylamları verilmek suretiyle Dünya'nın düzenli bir tasviri yapılır; enlem ve boylamlardan, yani bir başlangıç dâiresine enlemsel ve boylamsal uzaklıklardan söz eden ilk bilgin Batlamyus'tur; Batlamyus'un enlem ve boylam tablolarıyla betimlemeye çalıştığı Dünya, kabaca 20* Güney'den 65* Kuzey'e ve en Batı'daki Kanarya Adaları'ndan, bunların yaklaşık olarak 180* Doğu'sundaki bölgelere kadar uzanmaktadır; bunun dışında kalan bölgeler ise Yunanlılar ve dolayısıyla Batlamyus tarafından tanınmamaktadır; söz konusu tablolar, haritaların çizilmesini olanaklı kılmaktadır ve nitekim bu haritalar belki de eserin eski nüshalarında mevcuttur; çünkü astronomik bilgileri kapsayan Sekizinci Kitap'ta bunlara belirgin atıflar yapılmıştır.

Ancak Batlamyus'un coğrafya anlayışı yeteri kadar geniş değildir. İklim, doğal ürünler ve fiziki coğrafyaya giren konularla hiç ilgilenmemiştir. Başlangıç meridyenini sağlam bir şekilde belirleyemediği için, vermiş olduğu koordinatlar hatalıdır. Ayrıca, Yer'in büyüklüğü hakkındaki tahmini de doğru değildir. Ancak Kristof Kolomb bu yanlış tahminden cesaret alarak, Batı'ya doğru gitmiş ve Amerika'ya ulaşmıştır.

Aynı zamanda, bu dönemin önde gelen optik araştırmacılarından olan Batlamyus, daha önceki optikçilerin çoğu gibi, görmenin gözden çıkan görsel ışınlar yoluyla oluştuğu görüşünü benimsemiştir. Ancak, görsel yayılımın fiziksel yorumunu da vermiş ve bu yayılımın, kesikli ve aralıklı bir koni biçiminde değil de, kesiksiz ve sürekliliği olan bir piramid biçiminde olduğunu belirtmiştir. Şayet böyle olmasaydı, yani ışınlar gözden sürekli bir biçimde çıkmasaydı, nesneler bir bütün olarak görülemezlerdi. Buna rağmen, Batlamyus'un görsel piramid fikri, optikçiler arasında tutunamamış ve görme söz konusu olduğunda daha çok koni göz önüne alınmıştır. Nitekim kendisinden sonra, İslâm Dünyasında, bilginlerin görsel koni fikrine dayandıkları ve görme geometrisini bunun üzerine kurdukları görülmektedir.

Batlamyus, katoptrik (yansıma) konusuyla da ilgilenmiş ve yapmış olduğu ayrıntılı deneyler sonucunda üç prensip ileri sürmüştür:

1. Aynalarda görünen nesneler, gözün konumuna bağlı olarak, aynadan nesneye yansıyan görsel ışın yönünde görünür.

2. Aynadaki görüntüler nesneden ayna yüzeyine çizilen dikme yönünde ortaya çıkarlar.

3. Geliş ve yansıma açıları eşittir.

(*BOT = *GOT)

Bu prensipler çizim yoluyla yandaki şekilde gösterilmiştir. Buna göre, AY * ayna, G * göz, B * nesne, B' * görüntü, O * ışının aynada yansıdığı nokta, TO * Normal'dir.

Bu üç prensipten ilk ikisini kuramsal, üçüncüsünü ise deneysel olarak kanıtlayan Batlamyus, ayna yüzeyine gelen ışının eşit bir açıyla yansıdığını gösterebilmek için, üzeri derecelenmiş ve tabanına düz bir ayna yerleştirilmiş olan bakır bir levha kullanmıştır. Bu levhaya teğet olacak biçimde bir ışın huzmesini ayna yüzeyine gönderip, gelme ve yansıma açılarının büyüklüklerini belirlemiş ve bunların birbirlerine eşit olduğunu görmüştür. Batlamyus bu deneyini küresel ve parabolik bütün aynalar için tekrarlayarak, ulaştığı sonucun doğru olduğunu kanıtlamıştır.

Batlamyus, dioptrik (kırılma) konusuyla da ilgilenmiş ve ışığın bir ortamdan diğerine geçerken yoğunluk farkından dolayı yön değiştirmesinin nedenini araştırmıştır. Bu araştırmanın sonucunda, az yoğun ortamdan çok yoğun ortama geçen ışının, Normal'a yaklaşarak ve çok yoğun ortamdan az yoğun ortama geçen ışının ise Normal'den uzaklaşarak kırıldığını ve kırılma miktarının yoğunluk farkına bağlı olduğunu ileri sürmüştür.

Nitekim onun bu konuyu ele alırken benimsediği bazı prensiplerden bunu açıkça görmek olanaklıdır:

1. Görsel ışın az yoğundan çok yoğuna veya çok yoğundan az yoğuna geçtiğinde kırılır.

2. Görsel ışın doğrusal olarak yayılır ve farklı yoğunluktaki iki ortamı birbirinden ayıran sınırda yön değiştirir.

3. Gelme ve kırılma açıları eşit değildir; fakat aralarında niceliksel bir ilişki vardır.

4. Görüntü, gözden çıkan ışının devamında ortaya çıkar.

Batlamyus ortam farklılıklarından dolayı ışığın uğradığı değişimleri, aynı zamanda kırılma kanununu da içerecek şekilde deneysel olarak göstermeye çalışmış ve çeşitli ortamlardaki (havadan cama, havadan suya ve sudan cama) kırılma derecelerini gösteren kırılma cetvelleri hazırlamıştır. Ancak verdiği değerler küçük açılar dışında tutarlı olmadığı için kırılma kanununu elde edememiştir.

Batlamyus, daha önce Babil ve Yunan astronomları ve astrologları tarafından derlenmiş bilgi birikimden yararlanmak suretiyle astrolojiyi de sistemleştirmiştir! Dört bölümden oluştuğu için Tetrabiblos (Dört Kitap) olarak adlandırmış olduğu yapıtında, gezegenlerin nitelik ve etkileri, burçların özellikleri, uğurlu ve uğursuz günlerin belirlenmesi gibi astrolojinin sınırları içine giren konular hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir. Ortaçağ ve Yeniçağ astrolojisi bu kitabın sunmuş olduğu birikime dayanacaktır.

Astroloji bir bilim değildir, ama astronomi ile birlikte doğmuş ve yaklaşık olarak 18. yüzyıla kadar, bu bilimin gelişimini, kısmen olumlu kısmen de olumsuz yönde etkilemiştir; bu nedenle astronomi tarihi araştırmalarında astrolojiye ilişkin gelişmelerden de bahsetmek gerekir.
Batlamyus Evren Modeli
Batlamyus'un çalışmalarının temelleri Hipparchus'a dayanır, Batlamyus'un 1400 yıl hükümdarlık süren dünya merkezli evren modeli oluşturmasında çok büyük etkisi olmuştur. Batlamyus, Hipparchus'un 850 yıldız içeren yıldız kataloğunu 1022 yıldıza çıkarmıştır.

Bu arada gezegenlerle de ilgilenen Batlamyus, Aristoteles'in dönen kürelerinin, gezegenlerin hareketini ve parlaklıklarının değişiminin nedenini açıklamakta yeterli olmadığını fark etmiştir. Bu durumu düzeltmek için gezegenlerin Dünya etrafında dolanırken aynı zamanda da Dünya merkezli çember üzerinde dairesel bir hareket (epicycle) yapmaları gerektiğini düşünmüştür.

Böylece gezegenler Dünya'dan farklı uzaklıklarda bulunabilecekti ve buna bağlı olarak parlaklık değişimlerinin nedeni de anlaşılmış olacaktı, çünkü gezegen uzaklaştıkça parlaklık azalacak yaklaştıkça ise artacaktı. Aynı zamanda gezegenlerin farklı hızlarda hareket etmesi de açıklanmış oluyordu.

İyi bir matematikçi olan Batlamyus, ortaya koyduğu modelin gözlemlerle karşılaştırıldığında tam bir doğruluktan uzak olduğunu fark edip bu durumu düzeltmek için Dünya'yı merkezden biraz dışarı yerleştirmiştir. Günümüzde gezegenlerin yörünge düzlemlerinin elips olduğu bilinmektedir.

Batlamyus. Dünya'yı merkezinin dışına taşıyarak bir bakıma elipse yakın bir yörünge önermiş oluyordu. Batlamyus, yörüngelerin elips olduğunu kabul etseydi, modelinin daha basit ve gözlemlere daha uyumlu olacağını biliyordu ama inançları doğrultusunda hareket ettiğinden dolayı dairesel yörüngelerde ısrarcı davrandı.

Aristoteles, dairesel hareketin en kusursuz hareket olduğunu savunmuştur ve Batlamyus da bu geleneğin izinden gitmiştir. Rönesans'a kadar geçerliliğini korumuş kilisenin desteğini almış olan bu model Kopernik Devrimi ile son bulmuştur..

Albert Abraham Michelson (1852 - 1931)

Albert Abraham Michelson (1852 - 1931)

 19 Aralık 1852’de doğdu. Orta öğrenimini San Francisco’da yaptı1896’da, Başkan Grant’ın özel adayı olarak Deniz Akademisi’ne girdi. 1873’te, oraya fizik-kimya öğretmeni oldu.

Bilimsel araştırmaya yöneldi. Duragan esirin, maddi bir şey olması ve yeri okyanus gibi kuşatması durumunda, ışığın aktarılmasına engel biçimleyeceğini düşündü. Eğer esir yoksa, her iki yöndeki hız arasında bir aryam olmayacaktı. Enterferometre denen bir aygıtla, ışık ışınını ikiye ayırdı Michelson. Yar saydam bir aynaya uzanan ışından bir bölüğü, onun ardında bulunan ve saydam olmayan bir başka aynaya gidiyordu. Bir bölüğü de, yine saydam olmayan başka bir aynaya uzanıyordu. Birbirine dikti, saydam olmayan aynalar. Ana ışının bu iki bölüğü, gözlemcinin gözünde birleşiyordu. Michelsen Amerika’da Claveland’da (Ohio) fizik profesörü oldu. Ve deneylerini Profesör Morley’le yaptı. Bu deneyler, bilim tarihinde “Michelson-Morley Esir Saptama Deneyleri” adıyla anılırlar. -1887’de Belmour dizisi tayfında ışınların çok sık, adeta “çeft katlı” olduğunu gördü.

Sapma, H alfa için, yaklaşık olarak 0.12 Avogadroydu. -1887’de ışık dalgasının, uzunluk ölçüsü olarak ileri sürdü. 1893’te ayar metresinin uzunluğunun, Cadmium tayfındaki çeşitli dalga uzunluklarını fonksiyonu olduğunu, Paris ‘teki Uluslar arası Ağırlıklar ve ölçüler Bürosu’na kabul ettirdi. -1889-91 arasında Jüpiter uydularının çapını ölçtü. Sonra Mont Wilson Gözlemevi’nin 2 metre 54 santimlik teleskopunda dev kırmızı yıldızların çapını ölçme denemelerini yaptı. Bunlar gibi çok önemli çalışmalara imza atan Michelson, Amerikan Fizik Derneği Başkanlığı’na seçilir ve 1907 yılında Nobel ödülü alır

Amadeo Avogadro (1776 - 1856)

Amadeo Avogadro (1776 - 1856)

Lise yıllarında fizik ve kimya okumuş olan herkes Amedeo Avogadro’nun adını bilir. Zira o, “aynı basınç ve sıcaklıkta, eşit hacimdeki gazlar eşit sayıda molekül içerir” şeklinde özetlenebilecek olan “Avogadro Yasası”nı keşfeden ve bir gramda bulunan molekül sayısını ifade eden 6.0248 X10^23 rakamını yani “Avogadro Sayısı”nı bulan kişidir. 

1776 yılında, İtalya’nın Torino Kenti’nde doğan ünlü fizik ve kimya bilim adamı Amedeo Avogadro, aile geleneğini sürdürerek önce hukuk ve felsefe öğrenimi yaptı; 1789’da felsefe, 1792’de hukuk felsefesi diplomasını, birkaç yıl sonra da din hukukundan doktarasını aldı. Fakat çok geçmeden doğa bilimlerine ve fen bilimlerine duyduğu ilgi onu yoğun bir kendi kendine eğitim faaliyeti yapmaya yöneltti. 

1800-1805 yılları arasında matematik ve fizik okudu. Bu sayede 1809’da Vercelli Kraliyet Koleji’nde matematik ve fizik eğitmenliği yapan Amedeo Avogadro, 1821’de Torino Üniversitesi’nde yüksek fizik profesörü oldu. Donna Felicita Mezzi ile evliliğinden altı çocuğu oldu. 

Amedeo Avogadro, kendinden iki yıl önce gazların bileşimi hakkında bazı önemli kanunları bulan Gay Lussac’ın çalışmalarından yararlandı ve Lussac Kanunları’nı molekül teorisine uyguladı. Atom ile molekül arasındaki ayrımı da ilk kez farkeden ve buna işaret eden Avogadro, 1856’da öldüğünde fizik ve kimya bilimlerine ve özellikle de Molekül Teorisi’ne yaşamsal önemde katkılarda bulunmuştu. 

Ünlü İtalyan bilim adamı Avogadro, 80 yaşında dünyaya gözlerini yumduğunda bilim dünyası, onun bilimsel katkılarının büyük öneminin farkına henüz varmamıştı. Onun bilimsel katkılarının büyüklüğünü ortaya çıkarmak bir başka İtalyan kimyacısı olan Cannizzaro’ya düştü. 

1860 yılında yapılan bir bilimsel toplantının ardından, Avogadro’nun kimya alanında oynadığı büyük rol, tüm bilim dünyası tarafından kabul edildi. Avogadro’nun kendi adıyla anılan yasa ve sayı olmasaydı, kimya ve fiziğin bugünkü gelişkinlik düzeyine ulaşması düşünelemezdi. En önemli yapıtı; “Cisimlerin Temel Moleküllerinin Bağıl Kütlelerini ve Bileşimlere Katılma Oranlarını Belirleme Yöntemi Üzerine Bir Deneme”dir.

Arşimet

Arşimet (MÖ. 287- MÖ. 212)

Eski Yunan matematikçi ve fizikçisidir. (Syrakusai M.Ö. 287-ay.y. 212) Genç yaşta öğrenimini tamamlamak ve ünlü bilim adamı Eukleides’ in derslerini izlemek üzere Antik çağın kültür merkezi olan İskenderi‘ ye gitti. Yer kürenin çevresini zamanına göre çok iyi bir yaklaşımla veren Eratusthenes ile tanıştı. Yurduna döndükten sonra kendini tamamıyla ilmi çalışmalara adadı. Matematik, fizik ve astronomi üzerinde çalıştı.

İlk olarak Arşimet daire çevresinin çapına oran olan pi sayısını,daire içine ve dışına çizilmiş düzgün çokgenler yardımıyla yaklaşıklıkla veren bir metot ortaya koydu. Çok büyük sayıları kolaylıkla belirtmeye yarayan bir yöntem bularak Yunan sayı sistemini geliştirdi. Yayların toplama ve çıkarma formüllerini buldu. Koniklerin (elips, parobol,hiperbol) kendi çevresinde dönmesiyle oluşan geometrik şekilleri inceledi. Arşimet ‘in mekanik alanda da başarıları vardır. Sonsuz vidanın hareketli makaranın, palanganın ve dişli çarkın bulucusu olarak tanınır. “Bana bir dayanak noktası gösterin dünyayı yerinden oynatayım” sözü Arşimet’e aittir.

Kurumsal çalışmaları yanında söylenceleşmiş pratik çalışmalarıda vardır. Bunlardan en ünlüsü Syracusa kralı ve dostu Hieron ‘un kendisi için yaptırdığı altın taca başka bir maden karıştırıldığından kuşkulanarak Arşimet ‘ten taç bozulmadan bunu ortaya çıkarmasını istemesiyle ilgilidir. Arşimet bu sorun üstüme düşünür, ancak birşey bulamaz. Bir gün hamamda yıkanırken suyun vücudunun batan bölümünün hacmiyle orantılı bir kuvvetle yukarı doğru ittiğini bulur. Bu yolla tacın saf altından yapılıp yapılmadığını düşünen Arşimet büyük bir sevinçle çırlçıplak olarak sokağa fırlamış ve bağırmıştır: Eureka, Eureka (buldum, buldum )…

Ayrıca Arşimet M.Ö. 215’te Konsal Marcellus komutasındaki Roma ordusuna karşı Syracua kentinin savunmasında yer aldı. Bu savunmada çok uzak mesafelere ok ve taş atan mekanik aletler yaptığı ve kurduğu ayna sistemiyle güneş ışınlarını Roma donanması üzerinde odaklayarak gemileri yaktığı söylenir. Herşeye rağmen Romalılar bir şans eseri Syracusa’ ya girdiler. Marcellus, askerlerine bu büyük adama iyi davranılmasını emretmiştir. Ancak Arşimet ‘I tanımayan bir asker bir problemin çözümüne iyice dalmış olan bilginin kendisine cevap vermemesi üzerine kızarak öldürdü.

Arşimet Prensibi : cisimlerin sıvı ya da gaz ortamlar içerisindeki denge koşullarını açıklayan, fiziğin temel ilkelerinden biridir. Arşimet’in ortaya koyduğu bu ilkeye göre sıvı ya da gaz ortam içeresinde bulunan bir cismin ağırlığı, kendi hacmine eşit hacimdeki sıvının (gazın) ağırlığı kadar azalır. Eğer cismin yalnız bir bölümü sıvı (gaz) ortam içerisinde bulunursa ağırlığı kadar azalır. Buna göre hacmi V,ağırlığı G, ve yoğunluğu Q olan bir cismin sıvı (gaz)ortam içerisine kalan bölümün hacmi V, sıvının (gazın) yoğunluğuda Q ise cismin sıvı (gaz) ortam içerisindeki ağırlığı G=G-F’ dir. Böylece cismin ağırlığındaki azalmaya neden olan ve sıvı (gaz) tarafından yukarıya doğru etki ettirilen F kuvvetine kaldırma kuvveti denir. Bu kuvvet cismin, sıvı(gaz) içinde kalan bölümün hacmi kadar hacimdeki sıvının ağırlığına eşit olduğundan Arşimet ilkesi matematiksel olarak :
F=VQ-V’Q’=(V-V’ )Q=V’Q’ Bağıntılarıyla gösterilir.

Arşimet ilkesinin ilginç sonuçlarından birisi, cismin sıvı ya da gaz ortam içerisinde bulunan bölümün hacmine eşit hacimdeki sıvı ya da gazı, bulundukları kaptan taşırmasıdır. Bu bakımdan kaldırma kuvveti, taşan sıvı ya da gazın ağırlığına eşittir. Bu olay, içinde su bulunan ölçekli bir kaba uygun bir cisim atılarak kolayca gözlenebilir.

Ali Kuşçu Kimdir? (1403 - 1474)

Ali Kuşçu, Ali Kuşçu Hayatı, Ali Kuşçu Kimdir? (1403 - 1474)
Timur İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu'nda bir astronom, matematikçi ve dil bilimcidir. On beşinci yüzyılda yaşamış olan önemli bir astronomi ve matematik bilginidir. Babası Timur'un (1369-1405) torunu olan Uluğ Bey'in (1394-1449) doğancıbaşısı idi. "Kuşçu" lâkabı buradan gelmektedir.

Ali Kuşçu, Semerkand'da doğmuş ve burada yetişmiştir. Burada bulunduğu sıralarda, Uluğ Bey de dahil olmak üzere, Kadızâde-i Rûmî (1337-1420) ve Gıyâsüddin Cemşid el-Kâşî (?-1429) gibi dönemin önemli bilim adamlarından matematik ve astronomi dersleri almıştır. Ali Kuşçu bir aralık, öğrenimini tamamlamak amacı ile, Uluğ Bey'den habersiz Kirman'a gitmiş ve orada yazdığı Hall el-Eşkâl el-Kamer adlı risalesi ile geri dönmüştür. Dönüşünde risaleyi Uluğ Bey'e armağan etmiş ve Ali Kuşçu'nun kendisinden izin almadan Kirman'a gitmesine kızan Uluğ Bey, risaleyi okuduktan sonra onu takdir etmiştir. 
Ali Kuşçu, Semerkand'a dönüşünden sonra, Semerkand Gözlemevi'nin müdürü olan Kadızâde-i Rûmî'nin ölümü üzerine gözlemevinin başına geçmiş ve Uluğ Bey Zîci'nin tamamlanmasına yardımcı olmuştur. Ancak, Uluğ Bey'in ölümü üzerine Ali Kuşçu Semerkand'dan ayrılmış ve Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın yanına gitmiştir. Daha sonra Uzun Hasan tarafından, Osmanlılar ile Akkoyunlular arasında barışı sağlamak amacı ile Fatih'e elçi olarak gönderilmiştir. 

Bir kültür merkezi oluşturmanın şartlarından birinin de bilim adamlarını biraraya toplamak olduğunu bilen Fatih, Ali Kuşçu'ya İstanbul'da kalmasını ve medresede ders vermesini teklif eder. Ali Kuşçu, bunun üzerine, Tebriz'e dönerek elçilik görevini tamamlar ve tekrar İstanbul'a geri döner. İstanbul'a dönüşünde Ali Kuşçu, Fatih tarafından görevlendirilen bir heyet tarafından sınırda karşılanır. Kendisi için ayrıca karşılama töreni yapılır. Ali Kuşçu'yu karşılayanlar arasında, zamanın ulemâsı İstanbul kadısı Hocazâde Müslihü'd-Din Mustafa ve diğer bilim adamları da vardır. İstanbul'a gelen Ali Kuşçu'ya 200 altın maaş bağlanır ve Ayasofya'ya müderris olarak atanır. Ali Kuşçu, burada Fatih Külliyesi'nin programlarını hazırlamış, astronomi ve matematik dersleri vermiştir. Ayrıca İstanbul'un enlem ve boylamını ölçmüş ve çeşitli Güneş saatleri de yapmıştır. Ali Kuşçu'nun medreselerde matematik derslerinin okutulmasında önemli rolü olmuştur. Verdiği dersler olağanüstü rağbet görmüş ve önemli bilim adamları tarafında da izlenmiştir. Ayrıca dönemin matematikçilerinden Sinan Paşa da öğrencilerinden Molla Lütfi aracılığı ile Ali Kuşçu'nun derslerini takip etmiştir. Nitekim etkisi on altıncı yüzyılda ürünlerini verecektir. 

Ali Kuşçu'nun astronomi ve matematik alanında yazmış olduğu iki önemli eseri vardır. Bunlardan birisi, Otlukbeli Savaşı sırasında bitirilip zaferden sonra Fatih'e sunulduğu için Fethiye adı verilen astronomi kitabıdır. Eser üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde gezegenlerin küreleri ele alınmakta ve gezegenlerin hareketlerinden bahsedilmektedir. İkinci bölüm Yer'in şekli ve yedi iklim üzerinedir. Son bölümde ise Ali Kuşçu, Yer'e ilişkin ölçüleri ve gezegenlerin uzaklıklarını vermektedir. Döneminde hayli etkin olmuş olan bu astronomi eseri küçük bir elkitabı niteliğindedir ve yeni bulgular ortaya koymaktan çok, medreselerde astronomi öğretimi için yazılmıştır. Ali Kuşçu'nun diğer önemli eseri ise, Fatih'in adına atfen Muhammediye adını verdiği matematik kitabıdır

Alfred Nobel Kimdir? (1833-1896)

 Alfred Nobel Kimdir? (1833-1896) 

Büyük bir İsveçli mucit ve sanayici olan Alfred Nobel, birçok zıt yönleri olan bir insandı. İflas etmiş bir kişinin oğluydu; fakat kendisi bir milyoner oldu. Edebiyat aşığı bir fenciydi, ardından bir ideal bırakan sanayici oldu. Bir servet sahibi oldu; fakat son derece basit yaşadı. Toplum içinde neşeli olmasına rağmen, yalnız olduğu zaman yüzünde tasa ve elem vardı. Bir insanlık aşığı idi; fakat hiç eşi ya da O’nu sevecek bir ailesi olmadı. Vatanına aşık bir kişi idi; fakat yabancı topraklarda yapayalnız öldü. Barış zamanında maden sanayinde ve yol inşaatında kullanılsın diye yeni bir patlayıcı madde olan dinamiti keşfetti; fakat dinamiti bir silah olarak savaşta vatandaşlarını yaralamak ve öldürmek için kullanıldığını gördü. Çok faydalı yaşamı boyunca sık sık, faydasız bir insan olduğu duygusuna kapıldı.

Alfred Nobel’in gerçekten askeri önem taşıyan tek buluşu dumansız baruttu (Balistit) ve mirasın tümü içindeki payı % 10’ dur.

Kendisini çok övenlere, bu övgülerden hoşlanmadığını söylerdi; fakat ölümünden sonra, adı birçok şan ve şeref getirdi.
Alfred Nobel, 21 Ekim 1833’te Stockholm’de doğdu. 1842 yılında ailesi Rusya’ya taşındı. Babası İmmanuel, Rusya’da mühendislik sanayinde çok önemli bir mevki elde etti..
Immanuel Nobel, Kırım Savaşı sonunda çok önemli bir maden yatağı buldu, savaş sırasında hükümetin siparişlerini karşılayarak milyoner oldu; fakat bir süre sonra iflas etti. 1859 yılında ailenin tamamı yeniden İsveç’e döndü. Alfred Nobel 1863 yılında yeniden ailesine katıldı ve babasının laboratuarında patlayıcı maddeler konusunda çalışmalara başladı. Özel olarak kendi kendini yetiştiren Alfred Nobel, yirmi yaşına geldiğinde zaman mükemmel bir kimyacı ve dil bilgini oldu. İsveççe, Rusça, Almanca konuşuyordu. 
Babası gibi, Alfred Nobel hayalci ve yaratıcıydı. Fakat iş hayatında daha başarılıydı ve mali ve ekonomik alanda büyük bir başarı sağladı.
Bilimsel keşiflerini endüstri alanında uygulama konusunda başarı kazandı ve 20’den fazla ülkede 80’den fazla şirket kurdu. Gerçekte onun büyüklüğü, ileri görüşlü, yaratıcılık gücü olan insanları etrafına toplayabilmek yeteneğidir.
Fakat, Nobel’in asıl amacı para kazanmak, hatta keşif yapmak da değildi. O nadiren mutluydu ve daima yaşamın anlamını araştırıyordu. Gençliğinden beri edebiyata ve felsefeye karşı derin bir ilgi duyuyordu. Belki bu yüzden hiç evlenmedi.
O bütün insanlığa karşı derin bir sevgi ve şefkat duyuyordu. Fakirlere karşı daima cömertti. Bir keresinde
 “ölen insanlar için muhteşem anıtlar yaptırmaktansa, fakir insanların karnını doyurmayı tercih ederim” demişti.
En büyük arzusu savaşın son bulacağı günü görmekti. 1896 yılında ölümüne dek, milletler arası barışın sağlanması
için parasını ve zamanını harcadı. O ünlü vasiyetnamesi ile fizik, kimya, fizyoloji, tıp, edebiyat ve
barış konusunda keşif yapan insanlara servet bırakıyordu. Bu öyle bir anıttı ki, ölümünden uzun süre sonra
bile hatırlanacaktı.
Ödüller diploma, altın madalya ve çek olarak her yıl 10 Aralık’da ( Alfred Nobeli’in ölüm gününde) ödül
kazananlara Stockholm’un meşhur Konser Salonunda İsveç Kralı tarafından büyük bir törenle verilir.
İlk ödül, 1901 yılında verilmiştir.

Akşemsettin (1389- 1459)

Akşemsettin (1389- 1459)

Akşemsettin, (1389/1390 Şam – 1459 Göynük) asıl adı ile Şeyh Muhammed Şemsettin Bin Hamza, 15. yüzyılın en büyük sufilerinden biri ve çok yönlü Türk Bilim adamıdır. 
1389 yılında Şam’da doğmuştur. Daha sonra 7 yaşında babası Şerafeddin-i Hamza Şâmî ile çağımızda Samsun’a bağlı olan Kavak’a yerleşmişlerdir[1]. Haci Bayram Veli’nin müridi ve Fatih Sultan Mehmet’in hocalarındandır. İstanbul’un manevi fatihi olarak da anılır. Saçının ve sakalının ak olması ve beyaz elbiseler giymesinden dolayı ‘Akşeyh’ veya ‘Akşemseddin’ adlarıyla meşhur olmuştur. Bazı el yazmalarında soyu, Ebu Bekir’e kadar ulaşır. İskilip’te çocuklarından Nurulhuda’nın türbesi ile diğer yakınlarının mezarları vardır. Evlik köyünde yer alan tek bir çivi çakılmadan yapılan camiyi onun yaptırdığı yazılıdır. AkşemsettinAmasya’da medreselerden eğitim aldıkatn sonra büyük üne kavuşmuştu. 
Akşemsettin, küçük yaşlardan itibaren bilime ve sanata karşı ilgi duydu. İlim tahsilini tamamladıktan sonra, Osmancık’da müderris oldu. Medrese öğrenimini zamanın büyük velisi Hacı Bayram-ı Veli’nin yanında tamamladıktan sonra seçkin bilginler arasında yerini aldı. Üstün zekası ve anlayışı, yılmak bilmeyen çalışma gücüyle kendini kitaplara adadı. Başta İslami tıp, astronomi, biyoloji ve matematikte zamanın ünlülerinden oldu. Uzun yıllar Osmanlı medreselerinde çalışarak yüzlerce öğrenci yetiştirdi.
Tıp alanında bulaşıcı hastalıklar üzerinde de önemli çalışmalar yaptı. Araştırmaları sonunda tıp ile ilgili Türkçe Maddet-ül Hayat ve Arapça yazdığı Hall-i Müşkilât ve Risalet-ün nuriyye adlı Tasavvuf Türkçe yazdığı Maddet-ül Hayat’ta geçen Hastalıkların insanlarda teker teker peyda olduğunu zannetmek yanlıştır.Hastalıklar insandan insana gözle görülmeyecek kadar küçük tohumlar vasıtasıyla geçer cümle ile ilk mikrop teorilerinden birini ortaya atmıştır. Tarihte mikroorganizmalardan bahseden ilk kişidir. Ve Mikrobiyolojinin babası sayılmaktadır. Bilimler olmak üzere yazdığı kitapları, bilinen eserleridir.Tıp ile ilgili Akşemsettin’in asıl ünü, büyük veli, Hacı Bayram Veli ile tanışmasından sonra başlamıştı.
İlmi konulardaki önemli başarılardan sonra tasavvuf konusunda da ağırlığını göstermiş, daha sonra da II. Murat’ın emir ve isteğiyle Fatih Sultan Mehmet’in hocalığına tayin edilmişti. İstanbul’un fethi sırasında büyük yararlılıklar göstermiş, genç sultanı teşvik ederek zaferin kazanılmasında önemli katkılarda bulunmuştu. Fethin en önemli günlerinde Ebu Eyyub’el Ensari’nin kabrini bularak ordunun maneviyatını yükseltmişti. Dünya malına önem vermeyen Akşemsettin, Fatih Sultan Mehmet’in büyük saygı ve sevgisini kazanmıştı. Fatih Sultan Mehmet ile İstanbul’a girişleri daha sonra ünlü olacak bir hikâyeye dönüştü. 

İstanbul’a giriş 
Beyaz atına binmiş, ordusunun önünde giden Fatih Sultan Mehmet, yanında onu yetiştiren Akşemsettin, Molla Hüsrev ve Molla Gürani ile İstanbul’a giriyor. Türk Ordusunu karşılayan şehir halkı yol boyunca dizilmiş, ellerindeki çiçek demetlerini padişaha sunmak için yaklaşıyor. 
Şehir ahalisi, beyaz sakalıyla, ağır duruşuyla Akşemsettin’i padişah sanıp çiçekleri ona sunmaya çalışıyorlar. Akşemsettin atını geri çekip göz ucuyla Fatih’i göstererek: 
“Sultan Mehmet odur, çiçekleri ona veriniz”, demek istiyor. Fatih Sultan Mehmet, çiçeklerle kendisine doğru yürüyenlere hocası Akşemsettin’i göstererek: 
“Gidiniz, çiçekleri gene ona veriniz. Sultan Mehmet benim, ama o, benim hocamdır”, diyor ve ilk İstanbul’a Akşemseddin giriyor. Fatih Sultan Mehmet tarafından(1464) yılında yaptırılmış olan türbesi Bolu ilinin, Göynük ilçesindedir. İstanbul’un fetih günü olan 29 Mayıs (mayısın son pazarı) tarihinde anma günleri düzenlenmektedir. 
Eserleri 
• Risalet-ün Nuriyye 
• Risale-i Zikrullah:200000000 
• Risale-i Şerh-i Ahval-i Hacı Bayram-ı Veli 
• Def’ü Metain 
• Makamat-ı Evliya (Velilerin Makamları) 
• Maddet-ül-Hayat (Hayat Maddesi) 
• Nasihatname-i Akşemsettin (Akşemsettin Nasihatnamesi) 
• Kitab-ül-Tıp (Tıp Kitabı) 
• Hall-i Müşkülat (Güçlüklerin Halli) 

Alexander Graham Bell (1847-1922)


Alexander Graham Bell (1847-1922)
 

İskoçya asıllı ABD'li bilim adamı Alexander Graham Bell, 3 mart 1847'de doğdu. 7 mart 1876'da telefonun patentini aldı. İlk telefon şirketi olan Bell telefon şirketini 1877'de kurdu.

Bell telefon şirketi bugün ABD'nin en büyük şirketlerinden biridir. Ayrıca kendi geliştirdiği fonograf için bir, hava araçları için beş, hidro uçaklar için dört ve selenyum piller için de iki patenti vardır.

Babası kendini sağır ve dilsiz insanların sorunlarıyla uğraşmaya kendini adamıştı. Bu nedenle Alexander Graham Bell, küçük yaştan itibaren, daha sonradan çok işine yarayacak olan ses bilgisi konusunda bilgiye sahip oldu.

Bell de kendini, sağır öğrencilerin, dolaylı olarak da olsa, seslerin dünyasını kavramaları ve yaşamalarına adadı ve ilk olarak Boston'daki Sağır ve Dilsizler Okulunda çalışmaya başladı.

Telgraf şirketlerinin çıkmazı olan, bir hat üzerinde aynı anda yalnızca tek bir mesajın iletilmesi sorununa çözüm arayacak çalışmaya başlamıştı. Başlangıçta çoklu bir telgraf geliştirmeyi istiyordu.

Bell, ses tellerinin ve kulak zarının titreşimlerinden yola çıkarak, insan sesindeki frekansı elde ederek, bunları elektrik sinyali biçiminde bir telden iletmenin olanaklı olup olmadığını araştırıyordu.

Bunun için de diyaframla, yapay bir kulak zarı yaratmanın gerekli olduğu sonucuna vardı. Diyafram, hem konuşma sesiyle titreşim oluşturabilecek hem de elektrik akımı yaratan küçük değişikliklere tepki verebilecek kadar ince bir tabakaydı.

Tam ortasına da diyafram hareket ettikçe hareket eden bir manyetik zar yerleştirdi. Ses titreşimleriyle oluşan değişiklikler, alıcı merkeze ulaştığında, alıcının diyaframında titreşime neden olarak, sinyalleri yeniden sese çeviriyordu.

En değerli patentlerden biri olan telefonun patentini Bell, 7 mart 1876'da, 29'uncu yaş gününden dört gün sonra aldı.
 İlk telefon şirketi olan Bell telefon şirketi de 1877'de kuruldu.

Bell aynı zamanda çok yönlü bir araştırmacı ve mucitti. Aşırı büyük üç boyutlu kutu uçurtmaları kullanarak
insan taşımayı başarmış ve bu çalışmaları sadece denemelerini yaptığı istasyonunda bulunan nehri kıyıdan
kıyıya geçmek amaçlı kullanmıştır. Bell, 2 ağustos 1922'de hayata veda etti.

bittube.tv adresimiz

https://bittube.tv/profile/oyunjuuu adresinden bizi izleyebilirsiniz   https://bittube.app/?ref?1KK4AMYOV